SAF (ÖZ) ŞİİR
Mustafa ÇALDAK
‘Saf şiir’ (Poésìe pure) tabirini ilk
defa Henry Brémond 1926’da Fransız Akademisi’nde yaptığı konuşmada kullanır.
(Eyuboğlu s.105) daha sonra (1927) Paul Valery ‘saf şiir’ adlı bir makale
yayımlayarak şiir konusunda düşüncelerini açıklar. Bu konuda Yahya Kemal
şunları ifade eder: “Deruni ahenk terkibinin Türkçe’de ilk defa 1912’de
kullanılmış olduğunu zannederim; Fransızcada o tarihten evvel mevcud olup
olmadığını bilmem, lakin bu terkibe Fransızcada, ben, ancak 1920’de yani İstanbul’da
geçen bahislerden sekiz sene sonra, Rahib Bremond’un şöhret almış olan öz şiir mübahasesinde
tesadüf ettim. Bana öyle geldi ki Rahib Bremond’la aramızda bir tevarüd
olmuştur ve onun rythme intérieur terkibi, bizim deruni ahenk’den sekiz on
senedir.” (Beyatlı,2008:21). Öz şiir tabirinin ise daha fazla bir zamandır
kullanıldığını ifade eden Yahya Kemal, öz şiirin, bugünkü anlamını Valéry ve
Bremond’un mübahaselerinde kullanmasıyla kazandığını ifade eder.
Saf şiire ilkeleri kaideleri belli
olan bir şiir akımı ya da şairler topluluğu olarak bakmak doğru olmaz. Bu şiir
telakkisini benimseyen şairler her hangi bir akıma, topluluğa katılmayı
reddeden, şiiri belli kalıplara sığdırmaya çalışmayan kişilerdir. Asaf Halet
Çelebi: “Bence şiir cereyanı diye bir şey yoktur. Çünkü şiir cereyan ettiği
takdirde bir şahıstan öbür şahsa ve ilânihaye devam eden bir taklit
silsilesinden ibaret kalır. Onun için şiirde ekolü bile kabul etmiyorum.
(Güngör,1985:90)
Saf şiir geleneği/anlayışı, şiirin
herhangi bir ekolün, akımın, geleneğin dışında kalması gerektiğini savunanların
vücuda getirdikleri anlayıştır. Ancak birleştikleri bu nokta şiirin mahiyeti,
tanımı noktasında değildir. Asıl/mutlak şiirin -hiçbir sıfatla tavsif edilmeyen
şiirin- ne olduğu, nasıl olması gerektiği, dili, manası vb. konularda
görüşlerini açıklamışlardır. İdeolojiyi, propagandayı, siyaseti
reddetmişlerdir. Asaf Halet: “Şiiri içtimaileştirmek iddiasında bulunanlar;
şiiri sıkılmış yumruklara ve makine gürültülerine boğmak gibi siyasi bir
istihdaf eden kötü propagandistlerdir.” (Güngör,1985:91)
Saf şiir anlayışını
benimseyen/savunan şairler, ekolleri, cereyanları reddederken, şiirle ilgili
görüşlerini açıklayarak bu noktada birbirine de yaklaşmışlardır. Şiir ile ilgili
görüşlerinde yakınlık görülür.
Yine Asaf Halet’in görüşlerine müracaat
edecek olursak şiir: “Bir taraftan ses unsurlarının yani ahengin, diğer
taraftan da mana denilen mücerred elemanların ve tasavvuru mümkün olan
medlullerin, yani hayallerin bir araya gelmesinden hasıl olan şeydir.” (Güngör,1985:98)
Şiirin nasıl vücuda geldiği hususunda
Asaf Halet şunları söyler: “Alt şuurda hazırlanan iç ve dış âlemin birikintileri
vardır. Bunlar şairin şuurlu müdahalesiyle ve zekânın idaresiyle şekle bürünür
ve şahsiyetin kalite ve kıymetine göre sanat kıymeti taşırlar. (Güngör,1985:105).
Asaf Halet şiirin alt şuurdan şuur (bilinç) seviyesine çıkarılmasını söylemesi
onu Freud’un sanat anlayışına yaklaştırır. Fakat şiirin kıymetinin şairin
kalitesine bağlı olması gerektiğini söylemesi yönüyle ondan ayrılır.
Böylece ‘şiirde vuzuh şairin
kudretine olduğu kadar okuyucusunun da ruh imkânlarına, anlayışına irfanına ve
hüsn-i niyetine bağlı bir keyfiyet’ olarak çıkar karşımıza. (Güngör,1985:105)
Yahya Kemal’e göre şiir: “Kalbden
geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edişidir; hissin birden bire lisan
oluşu ve lisan halinde kalışıdır. Düşündüklerimizi vezinle, lisanla ifade
edişimiz şiir değildir. Deruni ahenk ile ifade edilmişse şiirdir.
Şiir bir nağmedir. Bu nağmeyi ifade
etmek için vezin ve lisan ancak bir alettir.
Şiirde nefes ve ses iki unsurdur.
Mısranın ayakları yerden kopmasa yahut en hafif bir kulağı bir ses gibi
doldurmasa halis şiir değildir.” (Beyatlı, 2008:48)
Sermet Sami Uysal’la yaptığı
söyleşilerden birinde Yahya Kemal, şiiri, ‘duyuşun deyiş olması’ diye tanımlar.
Böylece Yahya Kemal’in şiiri bir dil problemi olarak gördüğünü ifade etmiş
olur. Burada problem, ‘duymak değil, söylemek, ya da dile getirmektir’ .
(Yavuz, 2005:163). Şiir, heyecanların iletimi değildir; kelimelerle o
heyecansal yaşantıyı yeniden üreterek dile getirmektir.
‘Şiir Okumaya Dair’ başlıklı
yazısında Yahya Kemal, Nedim’in:
‘Dökülen mey kırılan şişe-i rindan
olsun’
dizesini, zikredip şunları söyler: “Bu mısrada altı kelime
vardır. Bu altı kelimeyi şair deruni ahenk kudretiyle muayyen bir istifle
tecelli ettirmiştir. Bu kelimelerin hiç biri yerinden oynayamaz. Bu kelimelerin
hiç biri fazla veyahut eksik değildir. Altısı birden bir musiki cümlesi teşkil
etmektedirler. Baştaki dökülen bin
türlü manada kullandığımız dökülen
değildir. Nedim’in tam o şevk anını ifade ettiği bir tınnettir. Yani her biri
münhasıran o mısraın musikisini ifade eden bir ayardadırlar.”
(Beyatlı,2008:4-5).
Burada şair için önemli olan, ‘duyuş’un
‘deyiş’e dönüştürülmesi bu ‘duyuş’un bir ‘deruni ahenk’ ya da bir ‘musiki
cümlesi’ üretmesidir. Brémond da şiirle müziğin aynı şey olduğunu söyler. Yahya
Kemal asıl şiirin lirik şiir olduğunu söyler ve lirik şiiri ise müzik olarak
görür: “lirik şiir eski Yunan’dan beri tekâmül ede ede sazını bırakmış, yalnız
nağme kesilmiştir.” (Beyatlı, 2008:38).
Paul Valéry’e göre saf şiir:
“Müziksel bir akıcılığın hiçbir zaman kesintiye uğramayacağı şiirdir.” (Arpa
2006:75)
Tanpınar’a göre şiir yapan onun
manevi havasıdır. Bu hava bir yönüyle de ‘şiirin musikisidir’. “Birbiriyle irtibatı
olmayan rüyet ve düşünce parçalarını, hissin ve hayalin bütün dağınık
unsurlarını kendi içinde ve bir vahdet halinde toplayan, işte asıl bu havadır.
Mana bu havaya, tıpkı sesle melodi gibi refakat eder.”(Tanpınar,1995:19)
Saf şiir kısaca dil ile bu dilin
insanlar üzerinde yarattığı etki arasındaki o biçimden biçime giren çeşitli
ilişkiler üzerine yaptığımız öylesine önemli bir çalışmada bize yol gösteren ve
genelde şiir hakkındaki düşüncemizi belirlememize yarayan gözlemlerimizin doğurduğu
bir kurgudur. (Nayır-Bolat,2004:77) der Valéry. Burada saf şiiri mutlak şiir
manasında kullandığını da belirtir. Öyleyse, ‘şiir bize dilin egemen olduğu
bütün bir duyarlılık alanının keşfedilmesini esinlemektedir. (Nayır-Bolat,2004:77)
Burada önemli olan şiir dünyasının
‘herkesin uyguladığı düzen ile hiçbir bağıntısı olmayan bir dünya ya da
nesneler düzeni, bir ilişkiler dizgesi olmasıdır. Şair eşyayı, dünyayı herkesin
algıladığı gibi algılamaz. O nesnelere farklı bir düzlemde bakar. Nesneye
imge/sembol düzleminde bakar. Bu farklılığı ‘bildik’ kelimelere yeni anlamlar
yükleyerek aktarır bize. Bir anlamda şair ‘söze can verir.’ böylece.
Kelimelerin işaret
ettikleri/gösterdikleri nesneler ile kelimeyi birbirinden ayırır şair.
Nesneyi/eşyayı bir çarpıtma aracı olarak kullanır. Böylece imge ve sembollerden
oluşan şiir dilini inşa etmiş olur. “Şiir içkin, aşkın nitelikleri bünyesinde
barındıran imgelemle” yazılmış olur.
Mallerme’nin, ‘Şiir kelimelerin
dinidir.’ sözü hiç şüphesiz en fazla saf şiiri benimseyenleri etkilemiştir.
Kelimelerin seçimindeki titizlik, saf şiir savunucularının en önemli
hasletlerindendir. Dili bir kuyumcu titizliği ile işlerler. “Bir dili ustaca
kullanmayı bilmek, bir tür ruh çağırmak, büyücülük yapmaktır. Derin ve
dokunaklı bir ses gibi işte o zaman konuşur; anıtlar işte o zaman ayağa kalkıp
bir kabartma gibi derin uzayda varlıklarını kanıtlarlar.” der Baudelaire.
(Arpa,2006:70)
Kelimelerin tek başına anlamsız
olduğunu savunan Asaf Halet Çelebi, kelimelerin bütünlük arz edince mana
bulduğunu söyler. Anlamsız kelimelerin bile şiirde yer alabileceğini; bu
anlamsız kelimelerin şiire bir ‘hava’ verdiğini söyler. (Arpa 2006:72)
Kelime konusunda çok titiz davranan
saf şiirin temsilcileri bazı kelimeleri ısrarla tekrar tekrar kullanırlar.
Nerdeyse bir sözlüğü oluşturacak kadar zenginlik arz eder bu kelimeler. Batı
şiirinde Rimbaud’u örnek verebiliriz. Bizde ise Ahmet Hamdi’nin, ‘rüya, zaman,
sonsuz, ölüm, musiki, büyü, tılsım, sessizlik, hüzün, yalnızlık’ gibi birçok
kelimeyi şiirlerinde çok sık kullandığını görmekteyiz.
Şiir ritim yani nazım sanatı olduğu
için güfteden önce bir bestedir. Mısra mısra bir beste olan manzume asıl
şiirdir. (Beyatlı,2008:7) Nasıl ki bir bestenin notası değiştirildiğinde ritim
bozulur, aynen öyle de şiirin bir kelimesinin çıkarılması ya da değiştirilmesi,
şiiri yok edecektir. Çünkü o haliyle saf şiirdir. “Şiir kelimelerin bir araya
gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka bir şey değildir.”
(Güngör,1985:100)
Şiirde açık, kapalı, basit veya
değişken bir mana vardır. Fakat şiiri şiir yapan bu mana değildir. Kelimelere,
dizelere hayat veren bu güzel birliği sağlayan bir şey var ve en küçük bir
müdahale o güzel birliği bozabilir, o sihirli yapıyı yok edebilir. “İşte öz
şiir bu eksilen şey, bu anlamdan zahmetsizce sıyrılıp kaçan ruhtur. Şairin
yaptığı iş de herhangi bir kelime ve ses yığınına bu sihirli varlığı
koymaktır.” (Nayır-Bolat,2003:106)
Bütün bunlardan dolayıdır ki saf
şiiri benimseyen şairler, şiirde anlam aramanın yanlış olduğunu savunmuşlardır.
Fakat şiirin anlamsız olması gerektiği anlamını taşımaz bu. Şiir bir şey
anlatmak veya vaz etmek zorunda değildir. Şiir sadece hissettirir. Verlaine,
şiirde anlamdan önce musikiyi ön plana çıkarır: “Hep musiki, biraz daha
musiki/Havalanan bir şey olmalı mısra”.
Tanpınar:
“Şiirde mana vardır, fakat bu mana nesrin ve konuşmanın manası değildir ve asıl
kıymet onda değil, şiirin manevi benliğini yapan havasındadır. Mana bu havaya
tıpkı sesle melodi gibi refakat eder.” (Tanpınar,1995:19)
Manayla ilgili buna benzer görüşleri
Ahmet Haşim’de de görmekteyiz. Haşim’e göre: “Şiir anlaşılmak için değil
hissedilmek içindir. Şiirin manası demek, ahenk unsurları sayesinde oluşan bir
telkinden ibarettir.”
Necip Fazıl ise manayı şiirden ayrı
görmez. Birbirinin mütemmimi olarak görür. Ona göre: “Şiir düşüncenin
duygulaşması, duygunun da düşünceleşmesi şeklinde, bu iki unsurdan her birinin
öbürünü kendi nefsine irca etmek isteyişindeki mesud med ve cezirden doğar.
Şiirde temel unsur tahassur edası şekline bürünebilmiş gizli fikirdir.”
(Kısakürek,2004)
Saf şiir teorisinden şekil önemli bir
yer tutar. Fakat şiir belli bir kalıba sokulmaz. Ölçü, kafiye zorunlu görülmez.
Ama bu saf şiiri benimseyen şairlerin kafiyeli, ölçülü şiirler de yazdıklarını
görüyoruz. Şekil derken, ahengi sağlayan iç şekil akla gelir. Yoksa şiirin
belli bir şekli yoktur. Asaf Halet: “Ne kadar eser varsa o kadar şekil vardır.”
der. (Güngör,1985:95) Cahit Sıtkı ise: “şiir sanat değeri ifade ediyorsa, nasıl
yazıldığı o kadar da önemli değildir. İster aruz, ister hece ölçüsü ya da
serbest yazılsın fark etmez.” (Arpa,2006:68)
Şiir çalışmalarının büyük kısmını
1940-1960 arasında sürdüren bazı şairler, şiirde her türlü ideolojik sapmanın
dışında kalarak sadece saf şiiri amaçlamışlardır. Asaf Halet, Ahmet Hamdi,
Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü gibi şairler
bütün akım ve toplulukların dışında kalmayı tercih etmişlerdir.
Bu şairler, “Valery’nin şiirde dili
her şeyin üstünde tutan görüşünden ve divan şiirinin biçimci yapısından bir
hayli etkilenmişlerdir. Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu kuşak için
önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır. Bu anlayışla kendilerine özgü özel bir
imge düzeni oluştururlar.” (Kültür Bakanlığı 2006:83, c.4)
Şiiri sanatların en üstünü kabul eden
bu şairler, şiirlerinde evrensel insan düşüncesini dile getirirler. Biçim
endişesi taşırlar ancak formalist değillerdir.
Son dönem şairlerimizden olan Asaf
Halet Çelebi (1907-1958) ‘mistik duyuş’la şiir yazar. Divan edebiyatı ve
tasavvuf edebiyatında etkilenmiştir. Divan edebiyatı tarzında gazeller yazmakla
birlikte, serbest şiir vadisinde de çok güzel eserler vermiştir. Şiirinde
Mevlevilik ve Budizm’in derin izlerini görürüz.
Bu kuşağın önemli şairi elbette Ahmet Hamdi
Tanpınar’dır (1901-1962). Tanpınar’ın şiiri, “görünenin ötesindeki görünmeyen
evrene doğru sürekli bir atılım halindedir. Saf şiir anlayışını bu özgün sesi
homo-semiotik bir biçimde ömrümüzün eşyaya sinen rüyasını görmeye ve okumaya
çalışır.” (Kültür Bkanlığı 2006:84, c.4)
Şiir çizgisini Baudelaire’den önce,
Baudelaire’den sonra olmak üzere ikiye ayıran Cahit Sıtkı, şiirlerinde tabilik
ve orijinalliği yakalamanın derdindedir.
“Kelimeler onun dünyasına anlamdan
çok ses değeriyle girerler. Bu yüzden şiirlerinde nağmeye dönüşen kelime ve
mısra anlayışı hakimdir. Serbest tarzda yazdığı şiirlerde bile bu akustik
dengenin titizlikle gözetildiği dikkat çeker.” (Korkmaz 2002:327)
Ahmet Muhip Dıranas (1901-1980) halk
şiiri, divan şiiri ve Fransız şiirinden etkilenmiştir. Rahat bir söyleyiş,
sınırsız bir insanlık sevgisi görülür şiirlerinde.
“Her türlü ideolojik koşullamadan,
vaz etmekten ve sloganik konuşmadan daima uzak duran ve şiiri salt kendi
ilkeleri doğrultusunda yazma endişesi taşıyan saf şiir arayışları, Cumhuriyet
dönemi Türk şiirinin en verimli dil deneyimlerinin yapıldığı bitegen bir süreci
kapsar. Tanpınar, Cahit Sıtkı, Asaf Halet, Ahmet Muhip Dıranas ve Necatigil
gibi Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en önemli isimleri bu sürecin
mimarlarıdır.” (Kültür Bakanlığı 2006:90, c.4 )
Şiirlerinde sembolizmin gizemli ve
örtük atmosferinden istifade eden bu şairler, imgeyi ve kelimelerin duygu
değerini ön plana çıkarıp saf şiiri yaratmaya çalıştılar. Şiiri politize
olmaktan, kalıplardan, ideoljilerden uzak tutmaya çalışan bu şairler,
edebiyatımıza çok güzel eserler kazandırmışlardır. Modern şiirimizin gerçek
kimliğini oluşturmasında çok önemli katkıları olmuştur.
KAYNAKLAR
BEYATLI, Yahya
Kemal, Edebiyata Dair, İstanbul Fetih
Cemiyeti, İstanbul 2008.
TANPINAR,
Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler,
Dergâh Yay., İstanbul 1995.
NAYIR, Yaşar
Nabi-BOLAT Salih, Şiir Sanatı, Varlık Yayınları, İstanbul
2004.
KÜLTÜR BAKANLIĞI, Türk Edebiyatı Tarihi,
İstanbul 2006.
GÜNGÖR, Semih,
Asaf Halet Çelebi, Suffe Yayınları,
İstanbul 1985.
ARPA, Fuat, Saf Şiir Anlayışı, Do Yayınları,
İstanbul 2006.
YAVUZ, Hilmi, Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar, YKY,
İstanbul 2005.
KISAKÜREK,
Necip Fazıl, Çile, Büyük Doğu
Yayınları, İstanbul 2004.
KORKMAZ,
Ramazan, Cahit Sıtkı Tarancı, Akçağ
Yay., Ankara 2002.
Ellerinize sağlık hocam. Faydalı bir çalışma.
YanıtlaSil