13 Ekim 2012 Cumartesi

SAF (ÖZ) ŞİİR



SAF (ÖZ) ŞİİR
                                         Mustafa ÇALDAK
‘Saf şiir’ (Poésìe pure) tabirini ilk defa Henry Brémond 1926’da Fransız Akademisi’nde yaptığı konuşmada kullanır. (Eyuboğlu s.105) daha sonra (1927) Paul Valery ‘saf şiir’ adlı bir makale yayımlayarak şiir konusunda düşüncelerini açıklar. Bu konuda Yahya Kemal şunları ifade eder: “Deruni ahenk terkibinin Türkçe’de ilk defa 1912’de kullanılmış olduğunu zannederim; Fransızcada o tarihten evvel mevcud olup olmadığını bilmem, lakin bu terkibe Fransızcada, ben, ancak 1920’de yani İstanbul’da geçen bahislerden sekiz sene sonra, Rahib Bremond’un şöhret almış olan öz şiir mübahasesinde tesadüf ettim. Bana öyle geldi ki Rahib Bremond’la aramızda bir tevarüd olmuştur ve onun rythme intérieur terkibi, bizim deruni ahenk’den sekiz on senedir.” (Beyatlı,2008:21). Öz şiir tabirinin ise daha fazla bir zamandır kullanıldığını ifade eden Yahya Kemal, öz şiirin, bugünkü anlamını Valéry ve Bremond’un mübahaselerinde kullanmasıyla kazandığını ifade eder.
Saf şiire ilkeleri kaideleri belli olan bir şiir akımı ya da şairler topluluğu olarak bakmak doğru olmaz. Bu şiir telakkisini benimseyen şairler her hangi bir akıma, topluluğa katılmayı reddeden, şiiri belli kalıplara sığdırmaya çalışmayan kişilerdir. Asaf Halet Çelebi: “Bence şiir cereyanı diye bir şey yoktur. Çünkü şiir cereyan ettiği takdirde bir şahıstan öbür şahsa ve ilânihaye devam eden bir taklit silsilesinden ibaret kalır. Onun için şiirde ekolü bile kabul etmiyorum. (Güngör,1985:90)
Saf şiir geleneği/anlayışı, şiirin herhangi bir ekolün, akımın, geleneğin dışında kalması gerektiğini savunanların vücuda getirdikleri anlayıştır. Ancak birleştikleri bu nokta şiirin mahiyeti, tanımı noktasında değildir. Asıl/mutlak şiirin -hiçbir sıfatla tavsif edilmeyen şiirin- ne olduğu, nasıl olması gerektiği, dili, manası vb. konularda görüşlerini açıklamışlardır. İdeolojiyi, propagandayı, siyaseti reddetmişlerdir. Asaf Halet: “Şiiri içtimaileştirmek iddiasında bulunanlar; şiiri sıkılmış yumruklara ve makine gürültülerine boğmak gibi siyasi bir istihdaf eden kötü propagandistlerdir.” (Güngör,1985:91)
Saf şiir anlayışını benimseyen/savunan şairler, ekolleri, cereyanları reddederken, şiirle ilgili görüşlerini açıklayarak bu noktada birbirine de yaklaşmışlardır. Şiir ile ilgili görüşlerinde yakınlık görülür.
Yine Asaf Halet’in görüşlerine müracaat edecek olursak şiir: “Bir taraftan ses unsurlarının yani ahengin, diğer taraftan da mana denilen mücerred elemanların ve tasavvuru mümkün olan medlullerin, yani hayallerin bir araya gelmesinden hasıl olan şeydir.” (Güngör,1985:98)
Şiirin nasıl vücuda geldiği hususunda Asaf Halet şunları söyler: “Alt şuurda hazırlanan iç ve dış âlemin birikintileri vardır. Bunlar şairin şuurlu müdahalesiyle ve zekânın idaresiyle şekle bürünür ve şahsiyetin kalite ve kıymetine göre sanat kıymeti taşırlar. (Güngör,1985:105). Asaf Halet şiirin alt şuurdan şuur (bilinç) seviyesine çıkarılmasını söylemesi onu Freud’un sanat anlayışına yaklaştırır. Fakat şiirin kıymetinin şairin kalitesine bağlı olması gerektiğini söylemesi yönüyle ondan ayrılır.
Böylece ‘şiirde vuzuh şairin kudretine olduğu kadar okuyucusunun da ruh imkânlarına, anlayışına irfanına ve hüsn-i niyetine bağlı bir keyfiyet’ olarak çıkar karşımıza. (Güngör,1985:105) 
Yahya Kemal’e göre şiir: “Kalbden geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edişidir; hissin birden bire lisan oluşu ve lisan halinde kalışıdır. Düşündüklerimizi vezinle, lisanla ifade edişimiz şiir değildir. Deruni ahenk ile ifade edilmişse şiirdir.
Şiir bir nağmedir. Bu nağmeyi ifade etmek için vezin ve lisan ancak bir alettir.
Şiirde nefes ve ses iki unsurdur. Mısranın ayakları yerden kopmasa yahut en hafif bir kulağı bir ses gibi doldurmasa halis şiir değildir.” (Beyatlı, 2008:48)
Sermet Sami Uysal’la yaptığı söyleşilerden birinde Yahya Kemal, şiiri, ‘duyuşun deyiş olması’ diye tanımlar. Böylece Yahya Kemal’in şiiri bir dil problemi olarak gördüğünü ifade etmiş olur. Burada problem, ‘duymak değil, söylemek, ya da dile getirmektir’ . (Yavuz, 2005:163). Şiir, heyecanların iletimi değildir; kelimelerle o heyecansal yaşantıyı yeniden üreterek dile getirmektir.
‘Şiir Okumaya Dair’ başlıklı yazısında Yahya Kemal, Nedim’in:
‘Dökülen mey kırılan şişe-i rindan olsun’
dizesini, zikredip şunları söyler: “Bu mısrada altı kelime vardır. Bu altı kelimeyi şair deruni ahenk kudretiyle muayyen bir istifle tecelli ettirmiştir. Bu kelimelerin hiç biri yerinden oynayamaz. Bu kelimelerin hiç biri fazla veyahut eksik değildir. Altısı birden bir musiki cümlesi teşkil etmektedirler. Baştaki dökülen bin türlü manada kullandığımız dökülen değildir. Nedim’in tam o şevk anını ifade ettiği bir tınnettir. Yani her biri münhasıran o mısraın musikisini ifade eden bir ayardadırlar.” (Beyatlı,2008:4-5).
Burada şair için önemli olan, ‘duyuş’un ‘deyiş’e dönüştürülmesi bu ‘duyuş’un bir ‘deruni ahenk’ ya da bir ‘musiki cümlesi’ üretmesidir. Brémond da şiirle müziğin aynı şey olduğunu söyler. Yahya Kemal asıl şiirin lirik şiir olduğunu söyler ve lirik şiiri ise müzik olarak görür: “lirik şiir eski Yunan’dan beri tekâmül ede ede sazını bırakmış, yalnız nağme kesilmiştir.” (Beyatlı, 2008:38).
Paul Valéry’e göre saf şiir: “Müziksel bir akıcılığın hiçbir zaman kesintiye uğramayacağı şiirdir.” (Arpa 2006:75)
Tanpınar’a göre şiir yapan onun manevi havasıdır. Bu hava bir yönüyle de ‘şiirin musikisidir’. “Birbiriyle irtibatı olmayan rüyet ve düşünce parçalarını, hissin ve hayalin bütün dağınık unsurlarını kendi içinde ve bir vahdet halinde toplayan, işte asıl bu havadır. Mana bu havaya, tıpkı sesle melodi gibi refakat eder.”(Tanpınar,1995:19)

Saf şiir kısaca dil ile bu dilin insanlar üzerinde yarattığı etki arasındaki o biçimden biçime giren çeşitli ilişkiler üzerine yaptığımız öylesine önemli bir çalışmada bize yol gösteren ve genelde şiir hakkındaki düşüncemizi belirlememize yarayan gözlemlerimizin doğurduğu bir kurgudur. (Nayır-Bolat,2004:77) der Valéry. Burada saf şiiri mutlak şiir manasında kullandığını da belirtir. Öyleyse, ‘şiir bize dilin egemen olduğu bütün bir duyarlılık alanının keşfedilmesini esinlemektedir. (Nayır-Bolat,2004:77)
Burada önemli olan şiir dünyasının ‘herkesin uyguladığı düzen ile hiçbir bağıntısı olmayan bir dünya ya da nesneler düzeni, bir ilişkiler dizgesi olmasıdır. Şair eşyayı, dünyayı herkesin algıladığı gibi algılamaz. O nesnelere farklı bir düzlemde bakar. Nesneye imge/sembol düzleminde bakar. Bu farklılığı ‘bildik’ kelimelere yeni anlamlar yükleyerek aktarır bize. Bir anlamda şair ‘söze can verir.’ böylece.
Kelimelerin işaret ettikleri/gösterdikleri nesneler ile kelimeyi birbirinden ayırır şair. Nesneyi/eşyayı bir çarpıtma aracı olarak kullanır. Böylece imge ve sembollerden oluşan şiir dilini inşa etmiş olur. “Şiir içkin, aşkın nitelikleri bünyesinde barındıran imgelemle” yazılmış olur.
Mallerme’nin, ‘Şiir kelimelerin dinidir.’ sözü hiç şüphesiz en fazla saf şiiri benimseyenleri etkilemiştir. Kelimelerin seçimindeki titizlik, saf şiir savunucularının en önemli hasletlerindendir. Dili bir kuyumcu titizliği ile işlerler. “Bir dili ustaca kullanmayı bilmek, bir tür ruh çağırmak, büyücülük yapmaktır. Derin ve dokunaklı bir ses gibi işte o zaman konuşur; anıtlar işte o zaman ayağa kalkıp bir kabartma gibi derin uzayda varlıklarını kanıtlarlar.” der Baudelaire. (Arpa,2006:70)
Kelimelerin tek başına anlamsız olduğunu savunan Asaf Halet Çelebi, kelimelerin bütünlük arz edince mana bulduğunu söyler. Anlamsız kelimelerin bile şiirde yer alabileceğini; bu anlamsız kelimelerin şiire bir ‘hava’ verdiğini söyler. (Arpa 2006:72)
Kelime konusunda çok titiz davranan saf şiirin temsilcileri bazı kelimeleri ısrarla tekrar tekrar kullanırlar. Nerdeyse bir sözlüğü oluşturacak kadar zenginlik arz eder bu kelimeler. Batı şiirinde Rimbaud’u örnek verebiliriz. Bizde ise Ahmet Hamdi’nin, ‘rüya, zaman, sonsuz, ölüm, musiki, büyü, tılsım, sessizlik, hüzün, yalnızlık’ gibi birçok kelimeyi şiirlerinde çok sık kullandığını görmekteyiz.
Şiir ritim yani nazım sanatı olduğu için güfteden önce bir bestedir. Mısra mısra bir beste olan manzume asıl şiirdir. (Beyatlı,2008:7) Nasıl ki bir bestenin notası değiştirildiğinde ritim bozulur, aynen öyle de şiirin bir kelimesinin çıkarılması ya da değiştirilmesi, şiiri yok edecektir. Çünkü o haliyle saf şiirdir. “Şiir kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka bir şey değildir.” (Güngör,1985:100)
Şiirde açık, kapalı, basit veya değişken bir mana vardır. Fakat şiiri şiir yapan bu mana değildir. Kelimelere, dizelere hayat veren bu güzel birliği sağlayan bir şey var ve en küçük bir müdahale o güzel birliği bozabilir, o sihirli yapıyı yok edebilir. “İşte öz şiir bu eksilen şey, bu anlamdan zahmetsizce sıyrılıp kaçan ruhtur. Şairin yaptığı iş de herhangi bir kelime ve ses yığınına bu sihirli varlığı koymaktır.” (Nayır-Bolat,2003:106)
Bütün bunlardan dolayıdır ki saf şiiri benimseyen şairler, şiirde anlam aramanın yanlış olduğunu savunmuşlardır. Fakat şiirin anlamsız olması gerektiği anlamını taşımaz bu. Şiir bir şey anlatmak veya vaz etmek zorunda değildir. Şiir sadece hissettirir. Verlaine, şiirde anlamdan önce musikiyi ön plana çıkarır: “Hep musiki, biraz daha musiki/Havalanan bir şey olmalı mısra”.
            Tanpınar: “Şiirde mana vardır, fakat bu mana nesrin ve konuşmanın manası değildir ve asıl kıymet onda değil, şiirin manevi benliğini yapan havasındadır. Mana bu havaya tıpkı sesle melodi gibi refakat eder.” (Tanpınar,1995:19)
Manayla ilgili buna benzer görüşleri Ahmet Haşim’de de görmekteyiz. Haşim’e göre: “Şiir anlaşılmak için değil hissedilmek içindir. Şiirin manası demek, ahenk unsurları sayesinde oluşan bir telkinden ibarettir.”
Necip Fazıl ise manayı şiirden ayrı görmez. Birbirinin mütemmimi olarak görür. Ona göre: “Şiir düşüncenin duygulaşması, duygunun da düşünceleşmesi şeklinde, bu iki unsurdan her birinin öbürünü kendi nefsine irca etmek isteyişindeki mesud med ve cezirden doğar. Şiirde temel unsur tahassur edası şekline bürünebilmiş gizli fikirdir.” (Kısakürek,2004)
Saf şiir teorisinden şekil önemli bir yer tutar. Fakat şiir belli bir kalıba sokulmaz. Ölçü, kafiye zorunlu görülmez. Ama bu saf şiiri benimseyen şairlerin kafiyeli, ölçülü şiirler de yazdıklarını görüyoruz. Şekil derken, ahengi sağlayan iç şekil akla gelir. Yoksa şiirin belli bir şekli yoktur. Asaf Halet: “Ne kadar eser varsa o kadar şekil vardır.” der. (Güngör,1985:95) Cahit Sıtkı ise: “şiir sanat değeri ifade ediyorsa, nasıl yazıldığı o kadar da önemli değildir. İster aruz, ister hece ölçüsü ya da serbest yazılsın fark etmez.” (Arpa,2006:68)  
Şiir çalışmalarının büyük kısmını 1940-1960 arasında sürdüren bazı şairler, şiirde her türlü ideolojik sapmanın dışında kalarak sadece saf şiiri amaçlamışlardır. Asaf Halet, Ahmet Hamdi, Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü gibi şairler bütün akım ve toplulukların dışında kalmayı tercih etmişlerdir.
Bu şairler, “Valery’nin şiirde dili her şeyin üstünde tutan görüşünden ve divan şiirinin biçimci yapısından bir hayli etkilenmişlerdir. Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu kuşak için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır. Bu anlayışla kendilerine özgü özel bir imge düzeni oluştururlar.” (Kültür Bakanlığı 2006:83, c.4)
Şiiri sanatların en üstünü kabul eden bu şairler, şiirlerinde evrensel insan düşüncesini dile getirirler. Biçim endişesi taşırlar ancak formalist değillerdir.
Son dönem şairlerimizden olan Asaf Halet Çelebi (1907-1958) ‘mistik duyuş’la şiir yazar. Divan edebiyatı ve tasavvuf edebiyatında etkilenmiştir. Divan edebiyatı tarzında gazeller yazmakla birlikte, serbest şiir vadisinde de çok güzel eserler vermiştir. Şiirinde Mevlevilik ve Budizm’in derin izlerini görürüz.
 Bu kuşağın önemli şairi elbette Ahmet Hamdi Tanpınar’dır (1901-1962). Tanpınar’ın şiiri, “görünenin ötesindeki görünmeyen evrene doğru sürekli bir atılım halindedir. Saf şiir anlayışını bu özgün sesi homo-semiotik bir biçimde ömrümüzün eşyaya sinen rüyasını görmeye ve okumaya çalışır.” (Kültür Bkanlığı 2006:84, c.4)
Şiir çizgisini Baudelaire’den önce, Baudelaire’den sonra olmak üzere ikiye ayıran Cahit Sıtkı, şiirlerinde tabilik ve orijinalliği yakalamanın derdindedir.
“Kelimeler onun dünyasına anlamdan çok ses değeriyle girerler. Bu yüzden şiirlerinde nağmeye dönüşen kelime ve mısra anlayışı hakimdir. Serbest tarzda yazdığı şiirlerde bile bu akustik dengenin titizlikle gözetildiği dikkat çeker.” (Korkmaz 2002:327)
Ahmet Muhip Dıranas (1901-1980) halk şiiri, divan şiiri ve Fransız şiirinden etkilenmiştir. Rahat bir söyleyiş, sınırsız bir insanlık sevgisi görülür şiirlerinde.
“Her türlü ideolojik koşullamadan, vaz etmekten ve sloganik konuşmadan daima uzak duran ve şiiri salt kendi ilkeleri doğrultusunda yazma endişesi taşıyan saf şiir arayışları, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en verimli dil deneyimlerinin yapıldığı bitegen bir süreci kapsar. Tanpınar, Cahit Sıtkı, Asaf Halet, Ahmet Muhip Dıranas ve Necatigil gibi Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en önemli isimleri bu sürecin mimarlarıdır.” (Kültür Bakanlığı 2006:90, c.4 )
Şiirlerinde sembolizmin gizemli ve örtük atmosferinden istifade eden bu şairler, imgeyi ve kelimelerin duygu değerini ön plana çıkarıp saf şiiri yaratmaya çalıştılar. Şiiri politize olmaktan, kalıplardan, ideoljilerden uzak tutmaya çalışan bu şairler, edebiyatımıza çok güzel eserler kazandırmışlardır. Modern şiirimizin gerçek kimliğini oluşturmasında çok önemli katkıları olmuştur.








KAYNAKLAR
BEYATLI, Yahya Kemal, Edebiyata Dair, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 2008.
TANPINAR, Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yay., İstanbul 1995.
NAYIR, Yaşar Nabi-BOLAT Salih, Şiir Sanatı, Varlık Yayınları, İstanbul 2004.
KÜLTÜR BAKANLIĞI, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 2006.
GÜNGÖR, Semih, Asaf Halet Çelebi, Suffe Yayınları, İstanbul 1985.
ARPA, Fuat, Saf Şiir Anlayışı, Do Yayınları, İstanbul 2006.
YAVUZ, Hilmi, Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar, YKY, İstanbul 2005.
KISAKÜREK, Necip Fazıl, Çile, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2004.
KORKMAZ, Ramazan, Cahit Sıtkı Tarancı, Akçağ Yay., Ankara 2002.

     






1 yorum: