11 Nisan 2020 Cumartesi

Ebedi İyilik: Cahit Sıtkı ile Ziya Osman’ın Şiir Dostluğu


Ebedi İyilik: Cahit Sıtkı ile Ziya Osman’ın Şiir Dostluğu[1]

“Dünyada riyasız iki insan tanıdım, biri annem biri de sen.” (Paris: 22. 2. 1940)

   “… anne gibi, sevgili gibi, dost örneği bir tane Ziyacığım. Sana medyun                                                      olduğum güzel dakikaları cemediyorum da bu altın hazinelerine bedel                                                yükün altından nasıl kalkacağımı, bu borçların vâdesi hulûl ettiği                                                   zaman, ne halt karıştıracağımı düşünüyorum. Eyvah! Sana olan bütün                                              muhabbetimi ve hayranlığımı seferber etsem de gene borçlu kalacağım.” (Paris: 2.5.1940)
             
         İki dost şair. Talih onları, aynı yıl dünyaya gelirlerken birbirine dost kılmış. Cahit Sıtkı, 2 Ekim 1910’da Diyarbakır’da; Ziya Osman 30 Mart 1910’da İstanbul’da dünyaya gelirler. Ömürlerini dostça yaşarlar ve kaderin cilvesi, Cahit Sıtkı (Ö. 12 Ekim 1956) ile Ziya Osman (Ö. 29 Ocak 1957) sadece 3 ay 17 gün arayla vefat ederler. Ziya Osman, Cahit’in ölümünden sonra, “Cahit’le Günlerimiz” başlıklı yazı(lar) kaleme alır ( Bu yazı Cahit’in kendisine yazmış olduğu mektupların bir araya getirildiği “Ziya’ya Mektuplar” kitabının başına konulmuştur.) ve O’nun ardından bir şiir yazarak ebedi dostunun yanına göçer.
            DÜŞÜMDE
Düşümde gördüm Cahit’i:
Banka gibi bir yer,
Aynı servise verilmişiz,
Yolumu gözler.

Baktım ki, toplamış memurlarını
Nutuk çekmede şefimiz.
El edip geçecektim yerime
Sessiz.

Cahit bu, dayanamadı, boynuma atıldı.
Gözyaşlarını duydum yüzümde bir ara.
O, düşümde ağladı.
Bense uyandıktan sonra.

Cahit Sıtkı ile Ziya Osman 1929 yılında Galatasaray Lisesi’nde tanışırlar. Tanışmalarında da yine talihin sihirli eli devreye girer ve Ziya Osman lise 1. sınıfı geçemez sınıf tekrarına kalır. İşte o yıl Cahit de Galatasaray Lisesi’ne yeni kayıt yaptırmış ve Ziya’nın sınıfında öğrenciliğe başlamıştır. Cahit evinden ayrı olmanın da tesiriyle içine kapanık utangaçtır, kimseyle pek iletişim kuramaz. Sınıf arkadaşlarının ona karşı biraz kaba davranmaları onu iyice yalnızlığa iter. Bir gün, edebiyat dersinde, dersin öğretmeni Fazıl Ahmet Aykaç, öğrencilerden ezbere bir şiir okumalarını ister. Cahit, Lamartine’in bir şiirini okur ve “Yedi Meşale”ciler arasında yer alan Ziya Osman’ın dikkatini çekmeyi başarır. O yıl Cahit’le dostluklarının tohumu atılır ancak. Bu hadise, ebedi dostların yollarını, bir daha ayrılmamak üzere, birleştirmiş olur.
Lise 2. sınıfın ilk günlerinde herkes kendine sıra arkadaşı seçerken Cahit’le Ziya “birbirlerini çekmiş” gibi aynı sırada bulurlar kendilerini. Artık sadece sınıfta değil, yatılı oldukları için, yemekhanede, yatakhanede de beraberdirler. Hafta sonları birlikte izne çıkar birlikte gezer ve elbet şiir üzerine konuşur, dostluklarını ilerletirler.
Cahit Sıtkı’nın okumak maksadıyla ailesinin yanından ayrılışını Ramazan Korkmaz, “Cennetten Kovuluş” olarak adlandırır. Çünkü Cahit aile saadetinden, anne-baba şefkatinden mahrum kalmıştır ve haliyle içine kapanık çekingen biri olmuştur. Ziya Osman’la dostlukları Cahit’in dünyasında öyle bir yer edinir ki Diyarbakır’da ailesinin yanında bile kendini yalnız hisseder ve bunu mektubunda şöyle dile getirir: 
Sevgili Ziyacığım,
Annem, babam ve kardeşlerim yani bir kelimeyle, sevdiklerim arasında olduğum hâlde, senin gibi dostluğuna en fazla güvendiğim ve ehemmiyet verdiğim bir arkadaşın bu muhabbet çemberinin dışında, şimdilik camlar ötesinde kalmasına gönlüm razı olamıyor… Seni çok arıyorum Ziyacığım. (Diyarbekir: 15. 9. 1935)
Cahit Sıtkı’nın Paris’teyken yazdığı bir mektup, Ziya Osman’ın Cahit için her şeyden daha mühim olduğunu anlamak açısından önem arz etmektedir:
Ziyacığım,
İstanbul’dayken içime sıkıntı bastığı zaman sana koşardım, çünkü sen benim için yalnız vefakâr ve halden anlar bir dost değil, aynı zamanda, açık havayı, güneşi, baharı, iyiliği de temsil eden, nasıl olup da insan kalıbına girdiğine daima hayret ettiğim bir meleksin
…………………
Meğer İstanbul’un en büyük cazibesi, istediğim zaman seni görebilmek imkânını bana bahşetmesiymiş. Paris’in bu primordial (pek önemli) cazibeden mahrumiyetine zor katlanıyorum. Canım İstanbul! Nasıl tütmesin ki gözümde, on iki şerefeli minarelerinin üzerinde senin dost çehren gülümsüyordur. Ziyacığım, yaşamakla ölmek arasında ter döken bir adam olduğumu ve birçok defalar ölüme teslim olmaya kadar gittiğimi yakından bilirsin. Her seferinde beni eteğimden tutup geri çeken mukaddes “el”in parmaklarından biri de sen olduğunu gene bugün burada itiraf edeceğim (Paris: 1. 2. 1939). 
Bu satırlar, iki dost arasındaki muhabbetin ne denli ulvi ve ne kadar samimi olduğunu ve her şeyi, her yönüyle nasıl sarıp sarmaladığını gösteriyor bize. O zaman Cahit Sıtkı’nın, kendisini Ziya Osman’a karşı hem de borcunu asla ödeyemeyecek bir borçlu hissetmesi vuzuha kavuşmaktadır. Nitekim Cahit Sıtkı, derbederliği, içki iptilası ve vurdumduymazlığı hariç; şiir aşkını, şiirlerini, açık gönüllülüğünü ve tüm meziyetlerini Ziya Osman’a borçlu olduğunu söyler. Bu yüzdendir ki Ziya’ya yazdığı mektuplarını annesine yazar gibi yazar. Ziya Osman da öyledir. Zaten O’nun ismi sadece iyilikle anılır. Hiç kimse Ziya Osman’dan incinmemiştir, herkesi sevmeyi bilmiştir. Hatta bu alicenaplığı, mütevazılığı ve şiirlerindeki tatlı eda ona bir “derviş kimliği” kazandırmıştır. Ölümü bile sevmiş ve sevdirmiştir. O da hayatında derin izler bırakan önemli hadiseler yaşamıştır. En önemlisi küçük yaşta annesini kaybetmiştir ve Cahit’in annesini ilk gördüğünde “benim de annem olur musun” demek geçer içinden. İşte bütün bunlar, örneği çok az bulunacak bir dostluğun sâikleri ve numuneleridir.
Cahit Sıtkı ile Ziya Osman’ın dostlukları sadece günlük yaşantılarıyla sınırlı kalmaz. Yazdıkları şiirleri ilk önce birbirlerine yazar ve kritiğini yaparlar. Hatta Cahit Sıtkı bu vesileyle şiir görüşünü de açıklar. Bu görüşler, şiir tartışmaları ve düzeltmeleri, itiraflar, kederler, sevinçlerin hepsi  “Ziya’ya Mektuplar” adıyla kitaplaşan, Cahit’in 16 yıl boyunca (1930-1946) Ziya’ya yazdığı 57 mektuptan oluşan kitapta yer almaktadır. Haydar Ergülen, edebiyatımızın mühim eserlerinden olan “Ziya’ya Mektuplar”ı, “İki Şairin Romanı” veya “Bir Dostluğun Şiiri” olarak adlandırmayı tercih eder ve ekler: “Hayatla şiirin içiçeliğini gösteren, günahlarla sevapların, zaaflarla erdemlerin bir arada yaşadığını yalansız biçimde ortaya koyan ‘hakiki’ örneklerle doludur Ziya’ya Mektuplar.”  Çünkü Diyarbekir, Paris, Cenevre, Lyon, İzmir, Ilıca, Burhaniye ve Ankara’dan İstanbul’a postalanmış olan bu mektuplar, sadece şairin yaşadığı hayatı değil; iç dünyasını da yansıtmaktadır.
 Ziya Osman Saba, Yedi Meşaleciler arasında şiire sonuna kadar bağlı kalan tek şairdir. Topluluğun diğer üyeleri şiir vadisinde yürüyememiş her biri edebiyatı farklı alanlarına yönelmişlerdir. Ziya Osman’ın kendi kimliğini oluşturup şiir yazmaya devam etmesinde Cahit’in etkisinin büyük olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Cahit, mektuplarında Ziya’yı ısrarla şiir yazmaya teşvik eder: “Devam et Ziyacığım, ekmek kadar, su kadar, yemişler kadar, gökler ve bulutlar kadar, bizim şiirlerimizin de bir gün kadri bilinecektir.” “Bu can bu tende oldukça, Türkçe diliyle daha ne güzel, ne yeni, ne harikulade şiirler yazacağız!”. Teşvik etmekle kalmaz, yazdığı şiirleri eleştirir, hatta O’nu tek düze şiirler yazmaması konusunda uyarır: “Ziyacığım, şiirlerin, aklına sone olarak mı geliyor senin? Neden hep sone yazıyorsun? Otomobilin olsa bile evine bir akşam da tramvayla veya yayan dönmek istemez misin?” Cahit Sıtkı, Türkçedeki bütün ses imkânlarını yoklamaktan yanadır, bundan dolayı serbest şiirler yazar ve Ziya’yı da vezin konusundaki tutuculuğunu bırakmasını ister. Ayrıca “kelimelerden ziyade duydukları ve düşündükleri şeyin güzelliğine ehemmiyet vermek hatası”na düşmemesi gerektiğini hatırlatır. Şiirde formun ne kadar önemli olduğu, şiirin ne söylediğinden çok “nasıl” söylediğinin üzerinde durur. Bu konudaki ısrarının sebebini ise bir mektubunda, bir şairden çok bir dost olarak, şöyle açıklar: “Form meselesine bu kadar takılıp kalmam, onun hakiki mahiyetini araştırma yolunda bu kadar çalışmam fizik çirkinliğimin mahsulüdür. İnsan, mahrum olduğu şeyin kıymetini ve manasını daha iyi anlayabiliyor. Formsuz da güzellik olmıyacağı, olamıyacağı bedihidir”.  Bu satırlar karşısında ne söylenebilir ki…  Freud’u hatırlamaktan başka…
“Şiirin demek ki kimseye iyiliği dokunmasa da şairlere dokunuyormuş!” der Haydar Ergülen, iki şair dostun, dostluğunu, şiirini ve iyiliğini anlatmak için. Cahit Sıtkı da bir mektubunda: “Şiir, bu tatlı bela, bu ilk gözağrımız, ilk ve son aşkımız, bu teneffüs saadetimiz, bu şehvetli kalb çarpıntımız, ona vardığımız nispette çok yaşamış, tatmış, kam almış olacağız. Şiir! Şiir! Şiir! Şiir! Şiir! Şiir! Şiir! Şiir, fikrisabitimiz olmalı, bizi tımarhanelik edebilmelidir.” demiyor mu, kendisinde takıntıya varan şiiri sayıklayarak… Ziya Osman’ı da bu delilikten uzak tutmuyor. Hatta “Ziyacığım evlendiğin takdirde, yenge hanım şiir yazmana sinirlendiği veya onu kıskandığı gün, tereddütsüz onu boşa…” diyerek şiiri her şeyden, herkesten üstün tutar.
Onların dostluklarıyla sanatları birbirinden ayrı değil; birbiriyle aynıdır. Onun için Cahit, “İstiyorum ki bizim nesil mensuplarında insan ve sanatkâr atbaşı yürümesini, birbirini desteklemesini bilsin” der 1942’de Ziya’ya yazdığı mektupta. İnsanlık/dostluk ile şiir O’nda birbirinin tamamlayıcısıdır.  
Onlar şiirden bir dostluk inşa etmişlerdi… Dostlukları şiirden; şiirleri ise aşktan, hüzünden, çocukça sevinçten, acıdan, ıstıraptan, hayattan ve ölümdendi… Şiirden evler, önünde bahçesi ve denizini yapmışlardı… Ağaçları, kuşları, rüzgârları… Üstünde göğü, güneşi, mehtabı, yıldızları… Onlar şiirden bir dünya inşa ettiler… İçine dünyaların sığabileceği… O dünyada iki dost, yalnız yaşadı… Ama birlikte… Öyleyse Cahit’in deyişiyle: “Vive l’Amitié” (Yaşasın dostluk). 




KAYNAKÇA
ERGÜLEN, Haydar; Ziya Osman Saba: Yüzyıllık İyilik
KORKMAZ, Ramazan; Cahit Sıtkı Tarancı, Akçağ Yay. Ankara, 2002.
MİYASOĞLU, Mustafa; Ziya Osman Saba, Akçağ Yay. Ankara, 1999.
TARANCI, Cahit Sıtkı; Ziya’ya Mektuplar, Varlık Yay. İstanbul, 1957.


[1] Yazının başlığı Haydar Ergülen’in “Ziya Osman Saba: Yüzyıllık İyilik”  yazısının başlığından mülhemdir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder